Romus ve Romulus dişi kurt tarafından emzirilirkenTiber Nehri’nin iki yanındaki yamaçlarda doğmuş olan Roma’nın, uzun ve karmaşık bir doğum süreci vardır. Ve bugün, biz bu süreci, bundan 30 yıl öncesine göre, daha ayrıntılı bir biçimde öğrenebiliyoruz.

Aslında modern zamanların Roma’sında, özellikle 1960’lı yıllardan başlayarak şehir yerleşim alanının hızla büyümesi, arkeolojik alanların ortaya çıkışını artırdı ve son bulgular, Roma hakkında bildiklerimizi altüst etti. Eskiden emin olunan pek çok konu, yeni araştırmaların katkısıyla çürütüldü. Hatta eskiden inanılan bazı konuların, artık sonsuza dek yok sayılması gerekiyor…

Çok yakın bir geçmişe kadar uzmanlar, 7. yüzyılın ortalarından önceki dönemler için, Roma’dan bir kent olarak bahsedilemeyeceğine inanıyorlardı.

Forum alanı üzerinde 1900’lü yıllarda yapılan kazılar, bu döneme ait “Comitium” adı verilen halka açık bir meydanı ve Ateş Tanrıçası Vesta’ya ait bir sunağı ortaya çıkartmamış mıydı?

Bunların kentin doğuşuna işaret eden iki gösterge olduğu düşünülüyordu. Bu şartlar altında neredeyse hiçbir araştırmacı, oldukça iyi bilinen Romulus efsanesine değer vermeye cesaret edemiyordu…

Romus Romulus Efsanesi

Roma’nın kuruluşu Eneid’in öyküsüne dayanarak anlatılır. Alevler içinde yanan Troya’dan kaçan kahraman, Latium kıyılarına sığınır ve burada kral Latinus’un kızı Lavinia ile evlenerek Lavinium kentini kurar. Oğlu Ascagne Aiba’yı kurar. Uzun bir saltanat döneminin son kralı Numitor, kardeşi Amulius tarafından tahttan indirilir. Amulius, Numitor’un kızı Rhea Silvia’dan vesta (kutsal ateşin koruyucusu) olmasını ister. Bu durumda, bakire olarak kalacak; çocukları olmayacaktır. Rhea Silvia buna rağmen Romus ve Romulus adlı ikizleri dünyaya getirir ve babalarının Mars olduğunu ilan eder.

Amulius çocukların Tiber Nehri’nde boğdurulmasını emreder; ancak anneleri onları bir beşiğe koyarak nehre bırakır. Beşik, Palatium’un eteklerine ulaşır. Burada dişi bir kurdun emzirdiği çocuklar, bir çoban tarafından yetiştirilir; doğumlarıyla ilgili sırrı öğrenince de, Amulius’u öldürüp büyükbabaları Numitor’u Alba tahtına oturturlar. Sonra da Faustulus’un kendilerini bulduğu yerde kendi şehirlerini kurmaya karar verirler. Ancak hangisi kral olacaktır? Romulus kendi adını taşıyacak şehrin sınırlarını çizer. Şehir artık kurulmuştur. Alaycı davranan Romus bu sınırı geçince kardeşi Romulus tarafından öldürülür…

Palatium çevresinde 750’lere doğru, bir duvarla vücut bulan kutsal bir sınırın çizildiğine inanan geleneğin, hiçbir tarihsel gerçekliği olmayan bir öykü olduğu düşünülüyordu. Oysa 1988 yılından itibaren, İtalyan arkeolog Andrea Carandini ve ekibi, Palatium Tepesi’nin eteklerinde, Titus Kemeri yakınında yaptığı kazılarda, en eskisi M.Ö. 730’lu yıllarda olmak üzere, farklı zaman dilimlerinde inşa edilmiş bir duvar kalıntısının ortaya çıktığını gördüler.

Bu keşif, 2000 yılında yayımlandığında, uluslararası arkeoloji ve tarih çevrelerinde bir bomba etkisi yarattı: O günlere dek geçerli sayılan “Romus ve Romulus” efsanesinin antik bir edebî gelenek’ çerçevesinde yayıla geldiği inancı, bir anda yıkılıverdi.

Roma gerçekten de “tıpkı efsanede anlatıldığı gibi” M.Ö. 8. yüzyılda kuruldu ve bulunan duvar da bu olayın bir kanıtı olarak kaldı. Bu duvar, mekanda olduğu kadar, zamanda da kesin bir sınır çizgisi oluşturur.

Çünkü bu duvar, sıradan bir yapı değildir: Savunduğu veya sınırladığı o yöreye ait, tarihlenmiş ve kelimenin tam anlamıyla siyasi bir kalıntıdır; çünkü bir topluluğun ürünüdür.

Böylece İtalyan arkeolog Andrea Carandini buradaki kesin zamana ve kuruluşla ilgili Romulus efsanesine ait izleri tanıdı. Zaten Roma’ya ait bölüm, o dönemdeki Latium’u çok iyi karakterize eden savunma yapıları olgusunun tamamen içinde yer alır.

Böylece ne Comitium ne de Vesta Sunağı, kentin doğuşu için ön koşul teşkil etmiyordu. Sunak yalnızca Roma kenti üzerinde uzun zamandır rol oynayan Yunan etkisinin ürünü olabilirdi; yeni kentin ilk toplantı yeri Comitium, daha çok Palatium Tepesi’nin eteklerinde yerleşmiş eski kabilelere (curiae veteres) ait olabilirdi. Forum’un düzenlenişine gelince, bu da, şehrin doğuşuna değil olgunluğa erişmesine ilişkin bir işaretti…

O halde, Roma yerleşim alanında bulunan, sayıları giderek artan ve daha eski dönemlere tarihlenen arkeolojik kalıntıları nasıl yorumlamak gerekiyordu?

Yakın dönemdeki araştırmalar, bu konudaki geleneksel tabloyu hatırı sayılır biçimde değiştirdi. Bu araştırmalar öncelikle Tiber Nehri kıyılarında, tarih öncesi çağlarda, paleolitik dönemden neolitik döneme kadar, henüz göçebe toplumların görüldüğü ve yörede daha sonra M.O. 7. yüzyıldan itibaren kalıcı bir biçimde oturulmaya başlandığını gösterdi.

Gelecekteki Roma yerleşim alanının gerçek tarihinin başlangıcına işaret eden dönem, tutarlı yani nesnelere ait kırık dökük parçalardan çok, örneğin mezarlar gibi, arkeolojik kalıntılar bırakan Latium kültürünün ilk dönemleridir. Roma o çağda, bir dizi ağaçlıklı tepe ile güçlü bir nehrin buluşma noktasında, dağ ile deniz arasında yer alıyordu.

Bu tepelerin ortasında, büyük oranda bataklık olmak üzere, geniş bir çukurluk uzanıyordu. Bu durumda bir kent nasıl oluyor da, böyle bir alanda doğmakla kalmayıp sonunda diğerlerini gölgede bırakıyordu?

Kent Öncesi Roma

Arkeoloji bilimi, tarih ve kültürü ilgilendiren bu büyük sorunun bir bölümüne yanıt verme şansını tanıyor. Arkeolojik bulgular, önce tepeler ve yamaçlarında oturulmaya başlandığını, belki de, henüz daha Forum haline gelmemiş vadide bazı yapıların kurulduğunu gösteriyor.

Bulunan ender sayıdaki kalıntılar (çok az sayıdaki mezar ile birkaç kulübeye ait izler) geniş bir alana yayılan ve birbirlerine yollarla bağlanmış mezralara ait resmi tamamlıyor.

Bu mezralardan biri Trajanus Pazarı yakınında bulunmuştur. Sonra kulübeler çoğaldı ve Yunanistan’dan gelen etki kendisini hissettirmeye başladı.

Bugün, İtalyan arkeolog Andrea Carandini’ııin bakış açısıyla, araştırmalar için sorulması gereken soru şu: Kent-öncesi durumdan ilkel şehire ne zaman ve nasıl geçildi? Ya da başka deyişle, belirli bir alanda, bir grup bütünlüğünün bulunmadığı bir durumdan, konutların yoğunluğuyla kendisini hissetiren başka bir duruma nasıl geçildi?..

İlk Kentin Kuruluşu

Roma’daki bu geçiş, 1970’li yıllardan beri, M.Ö. 9. yüzyıla tarihlenmişti. Antonin ve Faustine tapınaklarının dibinde Forum alanında 1900 yılında ortaya çıkarılan (yaklaşık 40 kadar mezarın bulunduğu) nekropol alanı, 875 ile 850 yılları arasında terk edilerek yerini tarihi şehrin ana mezarlığı olan Esquilin’e bırakmışa benziyor.

Bu yer değiştirmede yeni bir “kent öncesi” yerleşkenin doğuşuna işaret etmesi ve değişik tepeler arasındaki merkez olan Forum’un oturulan bir yer haline gelmesi ilgi çekici. Göz önünde bulundurulup değerlendirilmesi gereken tek sorun, Forum alanının 9. yüzyılda devamlı sular altında kalan bir yer olmasıydı. Üstelik burada bulunan kulübe kalıntıları dışarıdan getirilmiş dolgu topraklarıyla da taşınmış olabilirdi.

Amerikalı Albert Ammermann, Forum’un meydana getirilişinin, çanak biçimindeki arazinin doldurularak zemininin yükseltilmesiyle sonuçlanan devasa taraçalama çalışmalarından sonra başladığını ispatladı.

Oysa bu dönüşüm M.Ö. 7. yüzyıl öncesine ait değildi, Alanın ‘kentsel’ bir çerçeveye oturmasına imkân tanıyan şart, tepeler üzerinde nüfusun giderek yoğunlaşması sonucu, Palatium Tepesi çevresinde, siyasi birliğin sağlanmasıydı.

“Forum” sözcüğünün Romalılar tarafından kullanılan anlamını tam olarak kazanması, böylece gerçekleşir.

Bıı nedenle, oluşum ve kuruluş birbirinden ayrı ele alınamaz.

İlki, gerekli alanı sabitleyip yeni gelişmelere imkan hazırlayarak ikincisinin önünü açmıştır.

Söz konusu gelişmeler, yapılan kazılara ait raporların yakın geçmişte yayımlanmasıyla aydınlandı. Görüldüğü kadarıyla, M.Ö. 7. ve 6. yüzyılda Capitolium ve Palatium bölgesine bir düzen getirildi ve üzerinde kutsal alanlarla evlerin sayısının giderek arttığı tepelerin düzleştirilmesini ve yamaçların güçlendirilmesini hedef alan dev çalışmalarla, bölge yeni bir biçim kazandı.

Efsane İle Tarih İlişkisi

Son arkeolojik bulguların öğrettiği en büyük ders de burada yatar: Eski düşünce tarzına göre, tarihe yön veren, bölgenin coğrafyası idi… Oysa bugünün bakış açısına göre, bunun tam tersi geçerli: Krallık dönemi Roma’sının, doğal görüntüyü değiştirerek üstlenme hevesinde olduğu role ulaşmak için, her türlü imkânı seferber ettiği anlaşılıyor.

Elbette ki, Roma’nın ilk kralı hakkında, geleneksel efsaneyi yok saymak söz konusu değil! Ancak Romulus efsanesi aynı zamanda Roma’ya ait bir zaman ve mekâna yayılan bir efsanedir. Efsaneyi tamamen gerçek olarak kabullenmek de, arkeolojik bulguları yok saymak anlamına gelir.

Aslında gerçeğin efsaneye dönüştürülmesi, arkaik Roma gibi ilkel toplumlarda temel bir özelliktir. Oysa tarihten efsaneye olan bu geçiş, çoğu kez sanıldığı gibi, olaylardan sonra gerçekleşen bir süreç değildir. Etnoloji kadar antropoloji de bu fazlaca basit şemayı geçersiz kılar… Unutmamak gerekir ki, ‘ilk Roma’, Batı kültürünün gözünde, adeta ‘dünyanın yaratılışı’ değerine sahip bir şehrin kuruluşuyla eşdeğerdedir: Efsane, tarihi müjdeleyip onu hazırlamıştır.

Roma Nasıl Kuruldu?” için bir yorum

Yorum bırakın